Ben, doktora yapmayı başardığım ve halen çeşitli üniversitelerde ders vermekte olduğum için sıra dışı bir şizofreni hastası sayılabilirim. Bununla birlikte, kendi kuşağımdan olan (46 yaşındayım) başka şizofreni hastalarının yaşadığı birçok sorunu, -annemin ve babamın beni hastalığımdan dolayı suçlamaları gibi-, benzer şekilde yaşamış bir hastayım. Bana “birden fazla tanı” konulduğu için, ruh sağlığımın iyileşmesinde alkol bağımlılığından ve depresyondan kurtuluşum da önemli bir rol oynamıştır.

İlk defa 22 yaşında rahatsızlandım. O zaman Stanford’da öğrenciydim. Bulunduğum şehrin yakınlarındaki bir ruh hastalıkları hastanesinde 3 ay geçirdim. Bana depresyonda olduğum söylendi. Hastanede olduğum süre içinde çok acı çektim. Hastane müdürünün bana “Roberta, master derecen olabilir ama kendinle ilgili uzman değilsin” demesi bile bu acıyı azaltmadı. Fakat, hastanede asıl suçlanan kişi annem oldu. Çocukluğumun tüm olumsuz yönlerinden dolayı annemi suçlamaya yönlendirildim. Örneğin lisedeyken kötü bir not almışsam, bunun sebebi, onun benim kendime olan güvenime zarar vermiş olmasıydı; eğer en yüksek notu almışsam, bunun sebebi de onun beni zorlaması ve bana baskıcı davranmasıydı. Anneme (Colorado’da) telefonda bağırarak onu suçladığımda hastanede yatıyordum ve beni California’da ziyaret edemeyecek kadar kırıldığında da, psikoloğum bana annemin beni reddettiğini söylemişti. Babamla ilgili olarak da, eğer ondan kurtulmak istiyorsam eğitimim (Stanford’da 5 yıl) için ödemiş olduğu parayı ona geri vermem gerektiği söylendi.

O hastaneden ayrıldığımda ne daha iyi ne de daha kötü bir durumdaydım. Bir işte tutunamayarak annemin babamın yanına (kızgınlıkla) taşındım ve onlarla birkaç sene yaşadım. Sonunda hastalığımın sakinleştiği bir sırada doktora yapmaya karar verdim. Harvard’da 1 sene geçirdim ve hep en yüksek notu aldım, fakat bu bana çok şeye mal oldu. Kendimi diğer öğrenciler tarafından dışlanmış hissediyordum. Geriye dönüp baktığımda, çevreme ne kadar az uyum gösterdiğimi ve bu yüzden de kimsenin benimle arkadaş olmak istemediğini anlıyorum. Gelecek korkum vardı ve endişe duyuyordum; böylece içki içmek, benim için sosyal ortamlarda içmekten çıkıp geceleri yalnız başıma uyuyana kadar içme şekline dönüştü. Sabahları kalktığımda ilk yaptığım iş marijuana içmekti ve bunu tüm gün sürdürerek gece yatana kadar sarhoş dolaşıyordum. Bu süreçte yaşadıklarım, daha sonra şizofreniye dönüşecek belirtiler içeriyordu.

Yaşadığım bunaltıya dayanamadım ve Harvard’ın sağlık merkezine giderek bir terapistle görüşmek istediğimi söyledim. Çaresizlikten deliye dönmüş gibi hissediyor ve çok korkuyordum. Görüşebildiğim tek terapist bana sadece 5 dakikasını ayırabildi. Tenis maçında sakatlanmış olduğu için koltuk değnekleri vardı ve kendini kötü hissediyordu. Doktoraya devam etmem konusunda kendi kararımı kendim vermem gerektiğini söyledi. Hepsi bu kadar! Yaşadıklarımın paranoid belirtiler de içeren bir epizod olduğunu görmek yıllarımı aldı. Aradan geçen bunca yıldan sonra da, o gün yardıma ihtiyaç duymuş olduğumdan ve bunu açıkça ifade edememiş olduğumdan başka bir şey söyleyemiyorum.

Harward’dan bir sene sonra ayrıldım ve New Orleans Üniversitesi’ne birkaç sene ders vermek üzere gittim. Bu yıllar benim için alkol bağımlılığı ve depresyon (alkol geçici olarak depresyonuma iyi geliyordu) yılları oldu. Paranoid belirtilerimi artırdığı için marijuana kullanmayı bıraktım. Marijuana’nın paranoid belirtileri artırıcı etkisi LSD’den bile daha fazlaydı. New Orleans’ta alkol bağımlılığının bütün belirtilerini yaşadığım üç sene geçirdim.

Bunaltı yeniden başladı. Bu kez memleketim olan Denver’a giderek bir süreliğine daha rahat bir dönem geçirdim. Girebildiğim tek iş bir dizgi işiydi. Gece vardiyasında bir toptancı mağazasında çalışıyordum ve kahve molalarında arabama gidip bir şişe şarabı çabucak bitiriyordum. Bunu yapmak zorundaydım çünkü işimi yapabilmem için titremeyen ellere sahip olmam gerekiyordu. Bu yıllarda son derece canlı görsel varsanılarım vardı. Örneğin, bir keresinde araba kullanırken yolun, ezilmiş fakat ölmemiş kedi ve köpeklerle dolu olduğunu ve benim bunların arasından arabayla geçmem gerektiğini gördüm. Sonradan bir psikiyatrist bana bunun ileri düzeyde alkol bağımlılığının bir belirtisi olduğunu söylerken, bir diğeri bunu şizofreninin bir belirtisi olarak değerlendirmişti. Ona göre bu şizofreniydi, çünkü başıma gelen diğer varsanı yaşantılarında olduğu gibi araba kullanmadan önce aşırı içki içmemiştim. Bu yıllarda şizofreni veya alkol bağımlılığının sebep olduğu bir diğer belirti televizyon yayınları ile ilgiliydi. Örneğin, televizyonum ve televizyon kanalındaki insanlar beni Şarap ve Gül Zamanları adlı diziyi izlemeye “zorluyordu”. Böyle zamanlarda salonumda oturan tek kişi ben değilmişim gibi hissediyordum.

Doktoraya geri dönmek beni bunlardan kurtarır düşüncesiyle, Denver Üniversitesi’ne kayıt oldum. Günü tamamlamama alkol yeterince yardım edemiyordu. İçtikten sonra ders veriyordum ve artık makale yazamıyordum. Bir akşam polis beni alkollü araç kullanmaktan durdurdu (fakat tutuklamadı). Bu olay bana yardıma ihtiyacım olduğu işaretini verdi. “Adsız Alkolikler” (AA) üyesi oldum ve ondan sonra da hiç içmedim: Geçen ağustos ayında 10. “doğum günüm”ü kutladım. Her şeye karşın, AA’dan ihtiyacım olan manevi yardımı alabildiğimi düşünüyorum.

Daha sonraki birkaç yılım güzel ve aktif geçti. Fakat sonunda, yıllar sonra hatırladığımda bile acı veren bir depresyona girdim. Yardım almayı düşündüm. Belki Denver Üniversitesi’nin Sağlık Merkezi Harward’dakinden daha iyi olabilirdi. Bu şekilde daha fazla devam edemeyeceğimi anladım ve onları aradım. Dan adında bir psikolog ile görüştüm. Şefkatli davranan genç bir adamdı. Odasında içine sığınabileceğim ahşap oymalı büyük bir koltuk vardı; o koltukta hayatımdan bahsettim. Dan çok iyi bir dinleyici idi ve soruları beni açıklama yapmaya davet ediyordu. Böylesi durumların pek çok insanda olabileceğini ve kendimi veya başkalarını kötü olmakla suçlamanın doğru olmayacağını söyledi ve beni üniversitenin psikiyatristi Ellen’a gönderdi. Ellen bana son derece iyi gelen bir antidepresan verdi. Bu ilâcı hâlâ çok düşük dozda kullanıyorum ve o günden beri depresyona girmedim.

Denver’daki son senemin başında, yıllar önce Stanford’da olduğu gibi duygularım üzerime “çökmeye” başladı. Kendimi olduğumdan çok farklı hissetmeye başladım. Boşluğa bakarak saatlerce oturabiliyordum ve garip canavarlar çizmekten adeta büyüleniyordum. Çizdiklerimi özenle saklıyordum, çünkü seyredildiğimden emindim. Sonunda, benim dışımda sihirli bir gücün beni belli yönlere ittiğini anladım. Bu gücün etkisi giderek artıyordu. Kısa bir süre sonra beni gecenin 2’sinde, 3’ünde suç oranı yüksek sokaklarda uzun yürüyüşler yapmam için zorlamaya başladı. Ona karşı koyacak gücüm yoktu. Yürüyüşlerim sırasında kendimi farklı, sihirli, dört boyutlu bir dünyada hissediyordum. O gücün beni yürüyüşlere zorlama nedeninin öldürülmem için olduğunu fark ettim.

Bu güç ve Yabancı Yaratıklar (Eyvah! Ne isim!) arasındaki ilişkiyi tam olarak anlamasam da, hayatım kısa zamanda bu yaratıklarla dolu hale geldi. Yaratıklar uzaydan geliyorlardı ve bu dünyadaki tüm insanlar içinde sadece ben onları fark edebiliyordum. Yabancı Yaratıklar kısa zaman sonra vücudumu ele geçirdiler ve beni vücudumdan ayırdılar. Beni kumsalları olan, güneşli ve uzak bir yere götürdüler ve vücuduma benim gibi davranması için bir Yabancı yerleştirdiler. Bu noktada kendimi yok olmuş hissettim, çünkü kaçırılmış olan kendimle bağlantı kuramıyordum. Yabancılar’ın diğer insanları da ele geçirdiğini gördüm,  onları vücutlarından ayırıp yerlerine birer Yabancı koyuyorlardı. Tabi ki diğer insanlar ne olduğundan habersizdiler; ben dünyada ne olduğunu anlayacak güce sahip tek insandım. Bu noktada Yabancılar’ın dünyaya karşı büyük bir suikasta kalkışmış olduklarına karar verdim.

Dan’a tekrar başvurmayı düşündüm. Fakat gitmemek için kendimi tutuyordum, çünkü yabancı yaratıklar güçlüydüler ve bana karmaşık kurallar koyuyorlardı. Kurallar çok belirliydi ve davranışlarımı her açıdan idare ediyorlardı. Kurallardan biri, yabancı yaratıklar veya kurallar hakkında kimseye bir şey söylememekti; eğer söylersem beni öldüreceklerdi. Bir diğer kural ise tamamen delirmem gerektiği idi. Bu yüzden de çok büyük bir korku dünyasında yaşıyordum.

Başka belirtiler de vardı. Kendimi içimin derinliklerine doğru itilmiş hissediyordum ve çevremde olan olaylara ya da duygulara çok az tepki veriyordum veya hiç veremiyordum. Her geçen gün dünya bana daha gerçek dışı görünmeye başlamıştı. Benim dışımda olan her şey gittikçe belirsizleşiyordu; her şey sanki benden millerce uzaktaydı. Hayvanların davranışlarını etkileyebilecek gücüm olduğu kanısına kapıldım; örneğin köpeklere aklımdan düşünce ışını göndererek onların havlamasını sağlayabiliyordum ya da tam tersine, bazı insanların aklımı okuyabildiğini hissediyordum. Bu insanlardan çok korkmaya başladım ve onlardan kaçmak için elimden geleni yaptım. İki veya üç kişilik gruplar görsem, o insanların benim hakkımda konuştuğundan emin oluyordum. Paranoid düşünceler gerçekten çok acı vericiydi. Fakat ne zaman kalabalık insan grupları görsem (alışveriş merkezlerindeki gibi), aralarında yürüyerek ilahiler söylemek ve çocuk şiirleri mırıldanmak için karşı konulmaz bir istek duyuyordum.

Birkaç ay sonra gizli dünyamdan çıkabilme gücünü gösterdim. Bir gün bir AA toplantısında oturuyorken gerçekle bağlantımı tamamen yitirdim. Sanki bir kasırga beni içine almıştı ve bana ıstırap veriyordu. (Kasırga aslında iyi bir benzetme değil ama tarif edecek kelime bulmakta zorlanıyorum). Geçtiğinde, arabama bindim ve eve gittim. Araba kullanmak bana çok zor geliyordu, çünkü gerçeğin sadece yarısını algılayabiliyordum. Yatağıma yattım ve pencerenin dışında öten kuşu dinledim. Kuşun ötüşünü duyabildiğim sürece aklımı yitirmeyeceğime ikna olmuştum. Bu şekilde devam edemeyeceğimi anladım ve Dan’i aradım.

Dan beni hemen Ellen’a gönderdi. Ellen bana antipsikotik verdi. Belirtilerim yavaş yavaş iki hafta içinde azaldı ve bu arada ben de Dan’e Yabancılar’dan ve kanunlarından bahsettim. Çok korkutucuydu, çünkü onların beni öldüreceğinden emindim. Her seansta daha fazlasını anlattım ve sonunda onu gizli dünyamın içine aldım.

Sağlık merkezindeki birçok insanın yardımıyla doktoramı bir yıl sonra tamamladım. Bazıları ben ağlarken sadece dinlemekle yetiniyordu; sonra Dan vardı, haftalarca, aylarca süren çaba sonucunda birçok şeyin yanı sıra, bana anne ve babamı tekrar sevmeyi öğretti, özellikle de annemi.

Birdenbire “gerçek dünya” karşımda duruyordu. Güney Dakota’da bir üniversiteye ders vermeye gittim, fakat sonuç bir felaketti. Belirtilerimin çoğu yeniden başladı ve orada Dan gibi biri de yoktu. Psikolog ve psikiyatristlerin niteliklerinin çok değişken olabileceğini anladım. Bir yılı güçlükle tamamlayabildim. Bir sonraki akademik yılın başında yine bütün belirtiler ortaya çıkmaya başladı. Yerel hastanenin psikiyatri bölümüne yatırıldım ve beni korkutan öğrencilerin karşısında durmak zorunda olmadığım için şükrederek orada 5 hafta yattım. 400 milyon (veya milyar mı?) ışık yılı uzaklıktan gelen felaket öğrenciler vardı ve beyin dalgaları yoluyla benim ne kadar kötü olduğumu ve bana nasıl acı çektireceklerini söylüyorlardı. Bu kez yeni bir şey vardı: doğru düşünemiyordum ve diğer insanlar bunun farkındaydı. Kendimi bir cümleyle bile ifade edemiyordum. Kaybolmuştum. Daha açık söylenecek olursam, düşündüğüm zamanlarda hata yapıyor ve kayıp gidiyordum.

İşimden resmen istifa ettim ve Denver’a döndüm. Bu sefer iyileşme dönemi birkaç yılımı aldı. 3,5 yıl çalışmadım ve dürüst olmak gerekirse, şu anda geri dönmeyi düşünmekten bile korkuyorum. Bununla birlikte, annem, babam ve dostlarımla beraber, verimli sayılabilecek bir yaşam sürüyorum. Kendi evime taşındım. Her şeyden önemlisi, doktora tezim “Ortaçağ İngiliz Düş İmgelemleri Üzerinde Danete’nin Etkisi” yayımlandı. Bunu takiben, Ortaçağ İtalyancası’ndan çevirdiğim “Madonna Fiamenta’nın Ağıtı” adlı bir çevirim yayınlandı. Halen ikinci bir çeviri üzerinde çalışıyorum.

Şu sıralar bir atipik antipsikotik alıyorum ve etkisinden, özellikle paranoid düşünceler üzerindeki etkisinden çok memnunum. Bu ilâcı kullanmaya başladıktan sonra, soru sorabilme yetimde bir gelişme oldu, çevremle daha çok ilgileniyorum ve karmaşık konularda dahi sohbet edebiliyorum.

Bu benim yaşamayı düşünmüş olduğum hayat değil, fakat içinde bir çok insanı ve yazma olanaklarını barındıran teselli edici hayat…

Roberta L. Payne

Kaynak: Schizophrenia Bulletin, 1992,18(4):725-728 Çeviri: T. Demirel, H. Soygür