ASLI’NIN CEZALANDIRILMASI DEĞİL, TEDAVİ EDİLMESİ GEREKİYOR!

Bugüne kadar yaptığımız basın açıklamalarında, şizofreninin saldırganlık, tehlikeli olma ve cinayetle birlikte anılması söylencesi üzerinde durmuş ve konuyla ilgili doğru bilgileri vermeye çalışmıştık.

Buna göre, tedavi edilmeyen şizofreni hastalarında saldırganlık oranları “normal” popülasyondan bir ölçüde fazla olmasına karşın, şizofreninin sıklık ve yaygınlığının görece azlığı konuyu bir halk sağlığı tehdidi olmaktan uzaklaştırmaktadır. Ayrıca, tedavinin gerçekleşmesi durumunda bu fark ortadan kalkmaktadır. Herhangi birimizin bir şizofreni hastası tarafından öldürülme riski 14 milyonda l’dir. Kanıtlar şizofreni hastaları tarafından işlenen şiddete dayalı suçların yüzde 10 civarında olduğunu göstermektedir. Yaygın inanışın aksine, aile bireyleri ve arkadaşlar böylesi bir şiddete yabancılardan daha fazla maruz kalmaktadır. Bilmeliyiz ki, eğer hasta tedavi ediliyor ve iyi bir bakım alıyorsa, saldırganlık riski oldukça azalır. Toplumun şizofreni hastalarını dışlaması ve ayrımcılık, saldırganlık riskini arttırabilir. Toplumun şizofreni hastalarından korkmaması, onlara sahip çıkması gerekmektedir. Onlara destek olmak iyileşmede çok önemlidir. Korku şizofreni konusunda bilgi sahibi olarak ve bilinçlenerek aşılabilir.

Bu kez madalyonun öbür yanı ile karşı karşıyayız. Bir şizofreni hastası cana kıyma suçu işlerse nasıl bir trajedi ortaya çıkar? Gerçekleşmesinin düşük bir olasılık olduğunu söylediğimiz durum, şimdi bir gerçeklik olarak bir insanın başına gelmiştir. Cinayet, kabule edilebilir bir olgu değildir. Suçtur, hem de ağır bir suçtur. Cinayet işleyen ağır biçimde cezalandırılmalıdır. Ceza Hukuku bunu gerektirir. Ancak, cezalandırma sürecinde yasalarımızda CEZA SORUMLULUĞU kavramına da yer verilmiştir. Bir kişinin yaptığı suç olan eylemden sorumlu tutulabilmesi için; 1-suçu bilerek işlemiş olması, 2-yaptığının ne tür sonuçlara yol açtığını biliyor olması, 3-karşılığında ceza göreceğinden haberdar olması, 4- içinden gelen dürtüleri denetim altında tutabilmesi GEREKLİDİR. Bunlardan biri ya da birkaçı eksikse tıbbi (psikiyatrik) bilirkişi görüşü gereklidir. Eğer kişinin yukarıda anılan ruhsal yetilerini ortadan kaldıran ya da önemli derecede etkileyen bir psikiyatrik hastalığı olduğu kanaatine varılırsa -ki şizofreni bu hastalıklardan biridir- Türk Ceza Kanununun 32. maddesine göre kişiye ceza verilmez.

Bu olguda, canına kıyılmış bir anne var. Hayatta olduğu sürece evladını sağlığına kavuşturmak için nice uğraşlar veren, yıpranan, bedeller ödeyen, acı çeken bu anne, bir biçimde hayatta kalmış olsaydı bütün bunların hastalıktan kaynaklandığını en iyi bilen kişi olacaktı. Şimdi kızının cezalandırılıyor olması, bir bakıma onun yeniden canına kıyılması anlamına geliyor.

Gerçekten de ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran psikiyatrik hastalıkların tedavisindeki en zor durum bu hastalarda içgörü kaybının olmasıdır. Yani kişi ağır bir psikiyatrik hastalığa sahip olduğu halde hastalığı ve tedaviyi inkar etmekte; hasta olmadığını ve yardıma ihtiyacı olmadığını söylemektedir. Tıpta pek az hastalık vardır ki, kişi hastalığın bütün belirtilerini taşıdığı halde hasta olduğunu kabul etmesin. Bu kişinin hastalığı kendisine yakıştırmak istemediği için kullandığı basit bir inkar etme ya da yok sayma düşüncesi değildir. Psikoz adlı klinik tablonun nörobiyolojik olarak yaratığı bir sonuçtur ve bu sırada hastaların önemli bir bölümü hastalıklarının farkında değildir. Tıpkı beyin hastalığı olan bazı felçli hastaların felçli uzuvlarının felç olmadığını iddia ettikleri gibi! Hasta, hasta olduğunu kabul etmemektedir ki, tedaviyi kabul etsin. Hastanın kendi iç gerçekliğindeki doğrularla bizim doğrularımız çelişmektedir. Bu durumda, örneğin siz yüksek tansiyonunuz olmadığını düşünüyorsanız, doktor size yüksek tansiyon ilacı verse, içmeyi kabul eder misiniz? Etmezsiniz, çünkü hasta değilsem niye ilaç kullanayım, ihtiyacım yok, bana zarar verir dersiniz. Hastalığın tüm belirtilerini gösterdiği halde hastalığını ve tedaviyi kabul etmeyen hasta için uygulanacak yol, onu hasta olduğuna ikna etmek için yapılan bir mantık tartışması değildir. Bu hastayı daha da öfkelendirir. Hatta size de düşman olmasına neden olur. Böyle durumlarda ya hastanın ilaç kullanmasını sağlamak üzere, özel bir psikoterapi tekniği olan “motivasyonel görüşme” uygulanır ya da hukuk çerçevesinde hasta kendi isteği dışında hastaneye yatırılarak tedavi edilir. Psikoz denilen psikiyatrik tablo kişinin gerçeği değerlendirme yetisinin bozulması demektir. Psikoz, şizofreni şizoaffektif bozukluk, ağır depresyon, deliryum, demans gibi hastalıklarda ortaya çıkar. Psikoz belirtileri gösteren kişi yaptıklarının ayırdında değildir ve bizim gerçekliğimize göre değil, hezeyanları ve varsanıları ile tezahür eden kendi içgerçekliğine göre hareket eder. Böyle bir durumda, kişi kendine ya da başkalarına zarar verebilir. Öldürme eylemi sadece başkalarını (homisit) değil, kendini öldürme (suisit) biçiminde de görülebilir. Herhangi bir hastalığı olmayan bir insan, tıpkı planlayarak kendi canına kıyabileceği gibi, başkasının canına da kıyabilir. Oysa psikozun etkisi altındaki kişi için bir “taammüden davranış” söz konusu değildir. Akıl hastalığı varlığında ceza sorumluluğu olmayacağını düşünen pek çok “sağlıklı” insan akıl hastalığı taklidi yaparak bu durumdan yararlanmaya çalışmaktadır. Uzmanlar bunun ayrımını yapacak bilgi ve deneyim birikimine sahiptir.

Bu olguda durum şüpheye yer bırakmayacak ölçüde açık görünmektedir. Hasta olduğu çok açık olan Aslı’nın cezalandırılması değil, tedavi edilmesi gerekliliği de bir o kadar açıktır.